Translate

28 Mayıs 2020 Perşembe

MÜZİĞİN BİLGELİĞİ II



Müzik ve İnsan 

Bir önceki yazının devamı olarak gelelim, iç hayat yaşamaya çalışan bizler için doğru seçilmiş bir müzik, hangi alanlarda bir araç olabilir? İnsanın dil ve hafıza konsepti birleştiğinden dolayı müziğin aynı unsurlarını algılayabiliyor. Bazılarımız tempoyu ya da seslerin aralıkları hissetmekte zorluk çekebilir ancak tüm yetileri kaybetmek gibi bir şeyin olmadığını söylüyor bize bilim.

Bu bağlamda müzik kayıp olan bazı yetileri geliştirmek için kullanılıyor;

-Parkinson- hareket
-Konuşma bozukluğu ya da sonradan konuşmayı öğrenme gibi

Aynı zamanda birçok unsuru olan özellikle klasik müzik;

-Çocukları daha zeki yaptığı bilim tarafından artık kabul görüyor.
-Erken yaşta enstrüman çalmaya başlayan bir çocuk, dilleri anlama ve öğrenmede daha avantajlı oluyor.
-Müziği hatırlama yeteneğimiz de etkin bir öğrenme aracı olarak kullanılıyor.

Örnek: Orff eğitimi

-Birbirimiz ile eş zamanlı sevgiyi hissettirdiğinden sosyal faydalar sağlıyor
-Beraber müzik dinlediğimizde bir tür anlayış ve güçlü bir bağ geliştiriyoruz.
-Ve insanların birbirlerine karşı daha iyi davrandıklarını gösteren bilimsel deliller var.
-Müzik uyumun bir biçimi olduğundan ara bulucu bir etkisi var, beraber müzik yapmak bir bağ oluşturuyor. Bireyler gruba daha yakın hissediyor ve birliği deneyimleyebiliyor.
- Müzik güven ve iş birliğine etki sağlıyor.
-Örnek olarak en basit anlamda eğlence aracı olmaktan ziyade bilinci yükseltme pratiği olarak müzik bize farklı kapılar mutlaka açacaktır. Ne dinleyeceğimizi seçerek, müziği hayatımızı ve bedenlerimizin armonisini dengeleyecek bir araç olarak kullanamaz mıyız?

Evrime baktığımızda görüntü gelişiminden ziyade yetenek gelişimini görüyoruz. Dans eden kuşlar var, rtim tutan papağanlar, foklar, şarkı söyleyen yunuslar... vs...

Hayvanlarda rtim, melodi, doğada ise armoniyi görüyoruz.

İnsanın içinde ise muazzam güçlü bir yetenek var. Bu yeteneğimize temas ederek evrim yolunda yürümeye devam edemez miyiz? Müzik ile; felsefi olarak farkındalıklar kazanabileceğimiz gibi, evrenselliği anlama, kendimizi tanıma, doğayı anlama, evrensel olan uyumu hissetme, hayatın ritminde akma, istikrarı anlama gibi bilincimizi de geliştirmiş olmaz mıyız?

Bunun için bize olumlu titreşimler doğuran şeyleri seçerek, tekrar tekrar dinleyerek derinleşmek, isteğimiz varsa, bu alanda yeteneğimizi keşfedip geliştirmek için; icra etmek, tekrar tekrar söylemek/ çalarak güzellik arketipini kendi içimizde aramak ve dış ve iç sese dönüştürmek bir felsefi yol olamaz mı?

Müzik bize bir şey anlatıyor!

"Müzik, insanı önce kendisiyle, sonra da diğer insanlar ve evren ile bütünleştiren en etkili araç ya da en kısa yoldur. Var edilen her şey “ol” emri, yani bir ses ile yaratılmıştır. Bu nedenle hepsinin özünde riim ve ton, yani müzik vardır.

Gerçek müziğin farkına varan ve onun ardındaki sırrı çözebilenler, bütün evren ile aynı frekansta titreşir ve her şeyle anlaşıp, konuşabilirler. Müzik, bize hoş ve eğlenceli bir zaman geçirme aracı gibi gözükse de asıl önemi, insanı canlı tutan ve vücudunda kesintisizce akan bir özellik taşımasıdır."

İnayat Han 

Yonca Alpay 


KAYNAKÇA

Müziğin Kadim Yolculuğu- Evren Bayramlı
Merlyn- Dougles Monroe

12 Mayıs 2020 Salı

MÜZİĞİN BİLGELİĞİ

Sanat ve Güzellik

Bir ağaçta, bir kuşta, bir çiçeğin güzelliğindeki mükemmelliği her zaman görüyoruz. Doğanın kendisi bu güzelliği ve mükemmel olanı, dünya üzerinde yansıtan aracısız bir unsurdur. Bu yüzden doğada ve sanatlarda temas ettiğimiz güzellik arketipi, bu dünyadaki kutsallıktır diyebiliriz. Uyum içinde olan her şey güzeldir, çünkü güzellik, uyum içinde her şeyi bütünleştirmeye çalışır. Evrim ise, idealara ulaşmaya çalışılması; bu ideaları anlamamız ve onlar ile temas ederek eylemlerimizde bu ideaları barındırmaya ihtiyacımız olduğundan gerçekleşir. O yüzden felsefeyle temasa ve daha iyi olan Ben’e ulaşma ihtiyacı güderiz. Güzellik, İyilik ve Hakikat erdemleri birbirinden ayrı düşünülemezler ve bir üçgeni bütünler.

Evrensel yasalar Doğu Bilgeliğinde üçlü bir yapı ile açıklanır ve bu açıklamada Logos terimi kullanılır. Logos kavramını Platon ve Aristoteles "Bir şeyi anlaşılır kılan mantıksal temel" olarak açıklamışlar, Yeni Platoncular ise "tanrısal söz" veya "evrensel güç" anlamında kullanmışlardır. Birinci logos; İrade veya ilk yasa, ikinci logos; hayatiyet, enerji, sevgi, üçüncü logosa ise şekil, organizasyon yani ilk iki logosun bir sonucu olan oluşum olarak karşımıza çıkar. Hakikat’i, Üçlü Logosun iradi kısmı olarak düşündüğümüzde, İyilik ikinci Logos ve Güzellik ise dış görünüş yani şekil olarak, yani Üçüncü Logos ’un yansıması olarak gözükür. Sanat ve doğa; ilahi kıvılcımın bir parçası olarak kabul edildiğinde Aşk’tan bahsetmemek de kaçınılmazdır. Çünkü güzelliği ortaya çıkarma ve anlatma heyecanı ancak ona duyulan Aşk ile mümkündür.

DOĞA YASALARI

Kutsal olana duyulan aşk, İlahi Aşk, Plotinus’un bahsettiği bir ulaşma dürtüsü ve hareket ettiricisinden bahsediyoruz. Aşk ile buluşmuş her şeyde, yani güzellik arketipini barındıran şeylerde iyiliği, hakikati ve güzelliği görmemiz kaçınılmazdır. Örneğin doğada bir çiçeğe baktığımızda ya da çok güzel bir heykeli/resmi izlediğimizde içimizde gözleri yaşartacak kadar büyük bir mutluluk hissederek hayranlık duymamız bundandır. Çünkü oradaki evrensel olanı Sezgi aracılığı ile hissederiz. Güzellik kavramı Teozofi kitaplarında "Sezgi" ile özdeşleştirilir. İnsanın içinde var olan Sezgiye yaklaşıldığı anlık saniyelerde, insanı bir birlik duygusu ve saf mutluluk hissi sarabilir, insanın tüyleri diken diken olabilir ve bir coşku halinde de hissedilebilir. Hakikat ile buluşulduğu anlar, bir esrime ile gelir ve insanı; varlığı, dünya ve evren ile bütünleştirir. O yüzdendir ki güzellik kavramından bahsederken sanattan bahsetmek kaçınılmazdır. Çünkü gerçek sanatçılar bu beden aracılığı ile kaos olan şeyleri kozmos olarak forme sokar. Bir uyum vasıtasıyla üçlü logosu dünya üzerinde görmemizi, duymamızı ve hissetmemizi sağlayacak şekilde düzenlediğinde, o klasik sayılan eserler yüz yıllar boyunca hayranlıkla dinlenir ve izlenir. Güzelliği aktaran en güzel sanat eseri elbette ki doğanın kendisidir.

Güzellik Bir’in yansıması ve çoğalması ve kendini şekil, ses ya da görüntü olarak bedenlenmesi olduğundan bahsettik. Yasa’nın doğasıdır bu. Bu, ancak doğada ve kendini evrensel olan ile bütünleşmiş sanatlarda da görülebilir ve insanda bir hayranlık uyandırır. Doğu Bilgeliğinde bahsedildiğine göre; İlk geliştirdiğimiz duyumuz duyma ve son kaybedeceğimiz duyumuz da ses olacaktır.

Bu kadar uzun süre bizimle olacak bu duyunun evrensel olanla bir ilgisi var mıdır?

Plotinus, hakikate ulaşılabilecek üç guruptan bahseder;

1- Filozof
2- Müzisyen
3- Aşık

Müzisyen ve aşık; anlamak, kavramak için bir araca ihtiyaç duyar. Filozof ise, arketipleri (ilk örnek) algılayabilir ve saf zihinde yürür bu yolu.

Bu konu ile ilgili “Müzisyen Beyni” olarak internette bulabileceğiniz bir video hazırlanmış. Bu görsel anlatımda, bir müzisyenin beyninin nasıl çalıştığı, müzik çalışmanın beyinin fonksiyonlarına etkisini ve beynin nasıl daha kapasiteli çalıştığının nedenlerini anlatılıyor.

Peki, madem böyleyse tüm alanlarda bizi çalıştırıyor ve aradaki bağlantıları uyumlaştırıyorsa, iç armoniyi düzenleyerek Bireye (İnsanın evrensel tarafı) ulaşmayı sağlamaz mı?

Ses ve müzik, anne rahmindeki biyolojik birlikteliği hissettirdiği gibi, evrensel ruhsal birlikteliği de hatırlatıcı bir işlevce sahip olabilir mi?

Ses birleştirir oysa görüntü ayırır. Neden?

İnsan ayırıp birleştirdiği bu yolculukta serüvenine bu şekilde devam etmekte…

Müzik konusunda en büyük sıkıntı, müziğin bilimsel yönleriyle yeteri kadar tanıtılamamasıdır. İnsanların günlük hayatta bile sürekli iç içe oldukları bu olguya bilimsel yaklaşmak faydalı olabilir. Tanımından bahsederek başlamak gerekirse;

“Müzik ya da musiki, en genel tanımı ile sesin biçim ve anlamlı titreşimler kazanmış halidir. Başka bir deyiş ile de müzik, sesin ve sessizliğin belirli bir zaman aralığında ifade edildiği sanatsal bir formdur. Biçim ve titreşim içeren bir ses oluşumunda melodi olarak kabul görmesi için dinleyende duygulara yönelik etkileşim yapması da beklenmektedir.” [1]

Tanımına dahi bakacak olursak; Günümüz popüler kültüründeki şarkılar gerçekten bir sanat ve uyumlu müzik ürünü müdür?

Müziğin tanımıyla ilgili şu görüşler vardır:

“Kelimelerle anlatılamayan duygu ve düşüncelerin seslerle anlatılması sanatıdır.

Müzik; duygu, düşünce, izlenim ve tasarımları ve başka gerçeklerin de katkısıyla belli durum, olgu ve olayları, belli bir amaç ve yöntemle, belirli bir güzellik anlayışına göre birleştirerek, biçimlendirilmiş seslerle işleyerek anlatan estetik bir bütündür. Herkesin anlaya bildiği ve anlayabileceği yegâne dildir. Müzik dil ve ırk fark etmeksizin direkt olarak duygulara hitap eden etki eden bir sanat dalıdır.” [2]

Eski Yunan Felsefesinde müziğin etkisi yoğun olarak görülür.

Etimolojik olarak “Musiki-musika-muzika-müzik” kelimeleri Yunanca kökenlidir. Yunan alfabesinde m-o-u-s-a harfleriyle yazılan, peri anlamındaki MÜZİKA kelimesinin sonuna gelen –ike veya –ika takısı, o kelimeye konuşulan dil anlamını kazandırır; Elenika (Yunanca), Turkika (Türkçe), İtalika (İtalyanca) örneklerinde olduğu gibi. Musa’ya eklenen –ike takısı, peri sözcüğüne de perilerin konuştuğu dil anlamını verir. (Musiké) Mûsikiye daha sonraları toplumumuzda İslâmi terimle meleklerin dili denilmiştir. (Elest Bezmi’nin avazesi) Bu durum, müziğe eski çağlardan itibaren batıda da doğuda da tanrısal özellikler atfedildiğini gösterir.

Görüyoruz ki doğa ve gerçek sanat tarih boyunca tüm insanlar için, insanın evrensel olan ile buluşmasını sağlayan bir araç olagelmiştir. Çünkü güzellik arketipini ve kutsal olanı barındırır. Güzellik arketipine de müzik açısından bilimsel olarak baktığımızda matematiksel bazı kavramlar ile karşılaşırız. Tarih boyunca bu konuyu inceleyen bilim adamları, müzikologlar, düşünürler ve filozoflar bu konuda çalışmışlardır. Bildiğimiz kadarıyla bu konuda yoğunlaşan ilk filozof Pisagor/ Pythagoras idi. Platon ve Aristoteles Pisagorculuk’tan şu şekilde bahseder; Pisagorculuk, sayısallık ve evrensel uyumun yani armoninin temel niteliği idi. Ruhun yüceltilip Tanrı katına ulaşması ancak müzik ve matematik ile mümkün olabilirdi.

Pisagor’un özellikle değindiği konular;

Matematik
Frekanslar ve Armoni
Astroloji ve Evrensel Yasalar
Altın Oran gibi kavramlar olduğunu görüyoruz.

Bu konuları bir sonraki “Müzik ve Bilim” makalesinde ayrıntılı olarak ele almaya çalışacağım. Güzellik arketipinin doğada ve sanatta bizde bir coşku uyandırmasının bilimsel olarak Pisagor’un değindiği şeylere bakacak olursak matematiksel olduğunu görüyoruz. Bu konuyu aktarımı bir sonraki makaleye bırakarak, şimdi gelin doğadan bazı örnekler bize tekrar ilham versin.

Altın oran doğada mükemmelliğin matematiksel silueti olduğu gibi; resimde, mimaride kullanıldığı kadar müzikte de gerçek anlamda kusursuzluk ve güzelliği yakalamak için kullanılan gizemli bir sayı olmuştur.


6 Mayıs 2020 Çarşamba

İLK İNSAN VE YARADILIŞ FELSEFESİ ÂDEM VE HAVVA

Öğretiler açısından dünyada hayatın nasıl başladığı tüm zamanlarda önemli olduğundan, ilk insan çiftiyle ilgili anlatılan mitoslar ve sembolojik hikayeler günümüze kadar gelmiştir. Bu metinlerdeki benzerlikleri ve farklılıkları incelediğimiz bir karşılaştırma yapmak ve sembolik olarak açılımları hakkında düşünmek, biz filozof adayları açısından yararlı olacaktır.

Öncelikle Âdem ve Havva’nın etimolojik kökenine bakacak olursak:

Âdem ismi; Kabala ’da tek yaratılandır. Aynı zamanda kırmızı toprak anlamına da gelir. Sümer dilinde Adamu; babam, Asur-Babil dilinde Adamu; yapılmış, çocuk, genç, Sabiî dilindeki Adam; kul, İbranicede Adamah; toprak, yeryüzü, eski doğu dillerinde Adam kelimesi ise yerden veya yere ait, yani insan/insanlık anlamına gelmektedir.

Havva: İbranice ’de ve Tevrat’da adı Havvah, Tevrat’ın Yunanca tercümesinde Eva, Latince Heva ve batı dillerinde Eve olarak karşımıza çıkmaktadır. Tevrat’a göre “canlı, yaşayan” anlamında, var olan her şeyin annesi demek olan Havva ismini, Âdem vermiştir. Hayah Hayat kökünden geldiği ileri sürülmekte ve bu kelime yaşamak, yaşatmak anlamına gelmektedir.

Havva, Hitit Fırtına Tanrı’sının eşi olan ve bir aslanın sırtına çıplak halde binen, aynı şekilde Yunanlar arasında da Herakles’in eşi Hebe olarak bilinen, Tanrıça Heba ile özdeşleştirilir.

Özellikle Yahudilikte, Hristiyanlıkta ve İslamiyet’te yaradılış ile ilk insanlar kabul edilen Âdem ve Havva konusuna vurgu yapılmakta olduğunu görüyoruz. Şimdi bu üç dinde yaradılış nasıl karşımıza çıkıyor biraz değinelim.

Tevrat ve İncil’de Âdem ve Havva

Tevrat’ta yaradılış öykülerine birbiri ardı sıra gelen iki öyküye rastlıyoruz. İlki yaradılış ile ilgiliyken ikincisi daha çok ilk insan çiftinin yaradılışı ile ilgilidir.

Kitapta geçen ilk öyküye göre yaratılış aşamalı olarak altı günde gerçekleşmiş, Elohim (Tanrı) önce gökleri ve yeri yaratmıştır. Yani önce hava ve toprak elementini daha sonra da suları ve canlıları dünyaya getirmiştir. Altıncı günde tüm doğaya hükmedecek olan kendi suretinden Adem’i yaratır. Bu canlı yani insan; kaosu sona erdirecek ve evrene şekil verecektir. Yedinci gün olduğunda Elohim artık eserine seyretmeye başlar.

İncil’de ise Tevrat’ta olduğu gibi Tanrı önce göğü ve yeri yaratmış, daha sonra ışığı, gök kubbeyi ve suları yarattı. Sırasıyla kara, deniz- bitkileri, yıldızları, denizdeki ve gökyüzündeki canlıları ve ardından karadaki hayvanları yarattı. Tanrı insanı, kendi suretinden erkek ve dişi olarak, verimli olmalarını ve tüm yeryüzündeki canlılara egemen olmaları için yarattı. Bu yaratılış zinciri altı gün sürdü. Yedinci günü kutsal bir gün olarak belirledi.

Bu öykü, Babil ve Sümer mitlerinin izlerini taşır. Kendi bedeninin yarısından yeri, diğer yarısından göğü yaratan, yarattığı yeryüzünde Tanrılar adına hareket etmesi için insanı yaratan Marduk’u anımsatır.

Tevrat’ta geçen ikinci öykü ise; yeryüzü başlangıçta hiçbir bitkinin olmadığı bir çöldür. Daha sonra yerden bir sis yükselerek tüm yeryüzünü sular. Islak toprakta Elohim insanı yaratır ve ona burnundan nefes üfleyerek can verir. Doğu’da, yarattığı insan için Aden’de bir bahçe yapar. Bu isim; İbranicede Eden’dir. Âsur ve Bâbil dilinde Edinu, Sumer dilinde Edin olan bu kelime “ova, bozkır” manasındadır. Her tür bitki olan bu bahçenin ortasında bir hayat ağacı, bir de bilme ağacı vardır. Bahçeyi sulamak için dört kollu bir nehir uzanır. Bunlar Pişon, Gihon, Dicle ve Fırat olarak geçer. Daha sonra hayvanları ve Adem’in kaburga kemiğinden Havva’yı yaratır. Tanrı insana bahçedeki her tür bereketten faydalanabileceğini, ancak bilme ağacından bir şey yememesini öğütler.

Burada ise ölümsüzlüğü arayan Gılgamış Mitolojisinde de olduğu gibi iki önemli ağaç olduğunu ve dört ırmak bulunduğunu görmekteyiz.

Daha sonra Tekvinin üçüncü bölümünde, Havva yılan ile karşılaşır ve onu bilme ağacının meyvesinden yemesi konusunda ısrar eder. Havva neden yememeleri gerektiğini yılana söylese de yılan, Âdem ve Havva’nın ölmeyeceklerini, şayet meyveden yerlerse iyiyi ve kötüyü bilebileceklerini ve Tanrı ile aynı özellikleri kazanabileceklerini söyler. Havva ikna olur, önce kendi meyveyi yer sonra Adem’i de ikna ederek ona da yasak meyveden verir. Artık gözleri açılmış kendi doğal çıplaklıklarını örtme ihtiyacı duymuşlardır. Bunu gören Tanrı yasak meyveyi yediklerini anlar, olayın nasıl geliştiğini öğrenir ve önce yılana daha sonra ise kadına zor bir hayat geçireceğini söyler. Âdem ise hayatı boyunca toprağa bağımlı bir varlık olacaktır. İnsanın elinden böylece ebedi hayat alınmıştır, hikâye sonrasında oğulları Habil ve Kabil ile devam eder.

Kur’an-ı Kerim’de Âdem ve Havva

Kur’an-ı Kerim’de ise Adem’in yaradılışı oldukça fazla ayette geçmektedir. Fazla yoruma girmeden nasıl ve nerelerde geçiyor görelim.

Al-i İmran suresinin 59. Ayetinde ilk insanın yaradılışı şu şekilde geçer: “Şüphesiz Allah katında İsa’nın durumu, Âdem'in durumu gibidir; O, onu topraktan oluşturdu, sonra ona “Ol!” dedi, o da hemen oldu.”

Adem’in yaratıldığı madde ise birçok ayette geçmektedir. Bu maddeler Toprak (türâb), su (mâ’), çamur (tîn), akışkan veya süzme çamur (sülâle min tîn), yapışkan çamur (tîn lâzib), kurumuş çamur (salsâl) olarak geçer. (Hicr, 15/26, Rahman, 55/14, Saffat, 37/11, Secde, 32/7, Mü'minun, 23/12, Enam, 6/2, Tâhâ, 20/55, Rum, 30/20, İsra, 17/61; A’raf, 7/12; Sâd, 38/76, Saffat, 37/11, Mü'minun, 23/12, Hicr, 15/27; Rahman, 55/4, Secde, 32/7)

“O, oluşturduğu her şeyi en güzel yapan ve insanı oluşturmaya bir çamurdan başlayandır. 8Sonra onun soyunu bir özden, basbayağı bir sudan yapmıştır. 9Sonra onu düzeltip bir biçime soktu ve onu bilgilendirdi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti..” Secde, 7-9’da

“O, sizi tek bir nefisten oluşturdu, sonra ondan eşini yaptı..”; Zümer,6;

"... Biz, sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra bir embriyondan, sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından oluşturmuşuzdur... Hacc, 5

“Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten oluşturan, ondan eşini oluşturan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip yayan Rabbinizin koruması altına girin. “Nisa, 1

“Ve Biz, “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette iskân ediniz/burayı yurt tutunuz, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol nasiplenin ve şu girift şeye yaklaşmayın; mal/altın-gümüş tutkunu olmayın, yoksa kendi benliğine haksızlık edenlerden olursunuz” dedik.” Bakara, 35

Hemen hemen tüm yaradılış ile ilgili ayetler doğrultusunda da gördüğümüz gibi Kur’an-ı Kerim’de de aynı izleri taşıyor yaradılış hikayesi.

Mircae Eliade’de bu mitten şu şekilde bahsetmektedir. “Dört kola ayrılan ve yerin dört bölgesine hayatı taşıyan nehriyle, Âdem’in bakması ve ekip büyütmesi gereken ağaçlarıyla cennet bahçesi, Mezopotamya imgelemini çağrıştırmaktadır. Tevrat anlatısı bu örnekte de belli bir Babil geleneğinden yararlanmış olabilir. Ama ilk insanın yaşadığı cennet miti ve insanların zor erişebildiği “cennet gibi” bir yer miti Fırat ve Akdeniz’in dışında da biliniyordu.”[1]

Bu üç dinde de, Mezopotamya’dan bazı semboller ve mitler girmiş, ya genişletilmiş ya da biraz farklı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzden ilk örnekler sayılabilecek Mezopotamya Mitoslarında insanın yaradılış hikayesi nasıl geçiyor bakmakta fayda var.

Mezopotamya inanışına göre ise; insanın yaradılışı ile ilgili birkaç anlatıya rastlıyoruz;

Öncelikle insanı Tanrılara hizmet etmek için yaratıldığına inanılan coğrafyada; Yüce Tanrı Enki insanı aklen ve bedenen aciz bir varlık olarak yaratır.

Babil mitosu olan “Enuma Elish”de ise Marduk Tanrıların hizmetkarı olarak insanı yaratır.

Bir diğer yaradılış hikayesi Adapa mitosu’dur; Adapa, Mezapotamya mitolojisinde yaratılan ilk insandır. Enki’nin oğlu sayılan Adapa, Eiduk şehrinin kralıdır. Adapa’nın görevlerinden biri Tanrılara balık temin etmektir, bir gün kayığını batıran Güney Rüzgarına sinirlenip onun kolunu kırar, kolu kırılan rüzgar artık esmeyince Tanrılar Adapa’yı cennette sorguya çeker. Enki, Adapa’yı cennetteyken hiçbir şey yememesi konusunda uyarmıştır. Aslında bu bir aldatmacadır. Yerse ölümsüzlüğü elde edecek, yemezse ise ölümlü olarak kalacaktır. Adapa Enki’nin sözünü tutarak hiçbir şey yemez ve böylece ölümsüzlük fırsatını da kaçırmış olur.

Kaburga ve cennet tasvirine ise Enki ile Ninbursag mitosunda rastlıyoruz. Bu mitosta su tanrısı Enki ve toprak ana Ninhursag’u görmekteyiz. Enki yaratılan meyveleri yiyince Ninsursag buna kızarak Enki’yi iyileştirecek Tanrılar ile beraber Enki’nin sekiz organına hastalık verir. Bu hastalıklardan biri ise özellikle dikkat çekmektedir. Bu hastalık “Tanrının kaburgası”dır. İyileştirecek Tanrıça ise “Kaburgaların Tanrıçası” anlamına gelen Ninti’dir. Sümerce “ti” aynı zamanda yaşam anlamına da geldiğinden Ninti; yaşamın Tanrıçası anlamına da gelmektedir. Bu mitosta cennet olarak anlatılan aydınlık, temiz, saf, tüm canlıların huzur içinde yaşadığı Dilmun’u da görmekteyiz. Kutsal metinlerde Aden olarak bahsedilen cennet bahçesi, İbranice mutluluk anlamına gelir. H.P.Blavatsky’nin kitabı Antropogenesis’de ise Aden “Mutluluk Bahçesi” olarak geçer.

Yılan sembolojisi; birçok öğretide yenilenme özelliği taşır, dönüştüğü için sonsuzlukla ve derin sırları bilme ile yani bilgelik ile özdeştirilir.

Hayat Ağacı: En eski zamanlardan itibaren yeryüzü ve gökyüzünü birbirine bağlayan semboldür. Ağaçlar mistik güçler ile bağdaştırılmıştır. Her toplumun ve inanışın kutsal bir ağacı olduğunu da görmekteyiz.

Sonuç olarak; inanışlarda mitoslarda ve öğretilerde topraktan yaratılmış Adem’in öncelikle eril ve dişil özelliği kendinde barındırmış olması yine H.P. Blavatsky’nin Antropogenesis kitabında geçmektedir ve ondan yaratılmış Havva ise tüm her şeyin annesi sayılarak hayatiyeti, yaşamsallığı sembolize eder. Antik Mısır’da gördüğümüz ilk insan olarak ayakları birleşik henüz hayatın düaliteye ve çiftlere ayrılmamış olması Osiris’le ifade edilmektedir. Osiris ve eşi Isis gibi Âdem ve Havva da yer yüzünde düaliteyi başlatmışlardır. Bilgelik ağacından yemeyi ise insanın karşı karşıya kaldığı ilk sınav olarak görüyoruz. İnsan böylece kozmik bilgiden uzaklaşmış sayılabilir. İnsanın iyiyi ayırt edebilecek yetiye sahip olmasıyla aynı zamanda kötülüğü, ayıbı, çirkinliği, kıskançlığı da bilebileceğini ve bunları birbirine karıştıranın, insanın Kama-Manas’ı olduğunu düşünebilir miyiz?

Yonca ALPAY& Ilgın ADIGÜZEL




KAYNAKÇA

-Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2006/2, c. V, sayı: 10, ss. 51-96.

-ÂDEM VE HAVVA’NIN KİTABI: ESKİ AHİT APOKRİFASINDA ÂDEM VE HAVVA’NIN HAYATI Cengiz BATUK *Doç. Dr. Gürbüz DENİZ Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Ankara 2012

-https://ti-entertainment.com/Hbr-139-Adem-ile-Havva-Kissasi.html

-Kur’an Tebyini- Hakkı Yılmaz

-Tevrat ve İncil

-H.P. Blavatsky Antropogenesis I. Cilt,2019

-H.P. Blavatsky Antropogenesis II. Cilt,2019

-H.P. Blavatsky Teozofi Sözlüğü, 2019




[1] Eliade, Dinsel Düşünceler ve İnançlar Tarihi, c.1, s. 207.

MÜZİĞİN BİLGELİĞİ II

Müzik ve İnsan  Bir önceki yazının devamı olarak gelelim, iç hayat yaşamaya çalışan bizler için doğru seçilmiş bir müzik, hangi alanlarda ...